27 Ağustos 2009 Perşembe

Geride Kalanlar

Toplam Maliyet

Pasaport: 250 tl
Vize:160 tl
Interrail bileti: 359 €
İtalya gidiş-dönüş uçak bileti: 111 €
Almanya uçak bileti iptali: 39 €
Sırt çantası: 50 tl
Konserve yiyecek, plastik çatal, kolonya, çalar saat, Nico’ya hediye, pasaport için resim vs. gibi ıvır zıvırlar:50 tl
Avrupa’daki harcamalar: 600 € ortalama

Toplam: 2.800 tl (ortalama)

Detaylı Günlük Harcamalar

25-26/05/09 Pazartesi-Salı

Taksi: 6 €
İçecek: 1.5 €
Telefon: 2 €
Hostel: 25 €
Metro: 2 €
Su: 2 €
Çizburger: 2 €
Telefon kartı: 5 €

27/05/09 Çarşamba

Harita: 1 €
Otobüs bileti: 1 €
Anahtarlıklar: 4.5 €
Dondurma: 2 €
Firenze- Venedik arası
rezervasyon: 3 €
Çizburger: 1 €
Bagaj: 7 €
Kahve: 0.70 €
Dilenciye: 0.70 €
Çizburger: 1 €

28/05/09 Perşembe

Venedik-Viyana
rezervasyon
(yataklı): 27 €
Kahvaltı: 6 €
Wc: 0.80 €
Pizza+cola: 3.5 €
Bagaj: 8.40 €
Sandviç: 2.70 €
Wc: 0.80 €

29/05/09 Cuma

Bagaj: 3 €
İnternet: 2.5 €
Hostel: 13.5 €
Çikolata+meyve
suyu: 1.55 €
Günlük metro
bileti: 5.70 €
Yemek: 14.30 €

30/05/09 Cumartesi

Şemsiye ve meyve suyu: 3.88 €
Otobüs bileti: 0.50 €
Rozok: 0.50 €
Wc: 0.40 €
Kron: 30 €
Metro: 1 €
Çizburger: 1 €

31/05/09 Pazar

Prag- Amsterdam
rezervasyon: 20 €
Ceza: 25 €
Telefon yuttu: 1 €
Bagaj: 5 €

01/05/09 Pazartesi

Kahve: 2.70 €
Bagaj: 4.70 €
Meyve suyu: 1.5 €
Bisiklet kiralama: 12 €
Şarj aleti: 7 €
Telefon: 2.5 €
Anahtarlık: 1 €
İnternet: 1 €
Otobüs: 1.20 €

02/06/09 Salı

İnternet: 1 €
Su: 1.30 €
Otobüs: 3.20 €
Çakmak: 2.10 €
Brüksel – Paris Rezervasyon: 26 €
Wc: 0.50 €
Çizburger: 1.80 €
Telefon kartı: 7.50 €
Cips+çikolata: 4 €

03/05/09 Çarşamba

Quick double
çizburger menü: 5.60 €
Kalem (Center Pompidou): 1.50 €
Metro bileti: 1.60 €
Blond beer: 9 €

04/05/09 Perşembe

Paris – Milan Rezervasyon: 10 €
Metro bileti
(3 kere): 4.70 €
Çizburger: 2.30 €
Anahtarlıklar: 3 €

05/06/09 Cuma

Metro bileti: 1.60 €
Brioche: 1.50 €
Milan – Roma
rezervasyon: 20 €
İnternet: 1 €
Çizburger: 2 €
Roma – Genova
rezervasyon: 12.5 €
Roma – Bari Rezervasyon (ertesi gün için): 3 €
Meyve suyu: 3 €
Kahvaltı: 4 €
Wc: 1 €

06/06/09 Cumartesi

Su: 1.5 €
Akordeoncu: 0.20 €
Wc: 0.80 €
Moka makinesi: 12.9 €
Kahveler: 5 €
Sandaletler: 27.8 € (kartla-bana ait değil)
Çanta: 6 €
Bilet: 1.20 €
Boşa giden Bologna
rezervasyonu: 5 €
Çizburger: 2 €
Çikolata+meyve Suyu: 2.20 €

07/07/09 Pazar

Süpermarket: 8 € (kartla)
Roma - Siena Rezervasyon: 3 € (kartla)
Süpermarket: 12.5 € (kartla)
Bagaj: 8.60 €
Wc: 0.70 €
?? hatırlamıyorum: 27 €
Rezervasyon: 3 €
Karttan para çektim: 20 €

08/08/09 Pazartesi

5 € filan harcadım ama nereye bilmem : )
+Duty free’den aldıklarım bana ait değil

Not: Arada kaçırdıklarım olabilir ama büyük bir kısmını atlamadan yazmaya çalıştım.

Günlük Harcamalar

1. gece ve gün: 45.5 €
2. gün: 26.9 €
3. gün: 57.3 €
4. gün: 40.5 €
5. gün: 40 €
6. gün: 54.5 €
7. gün: 39 €
8. gün: 39 €
9. gün: 23 €
10. gün: 28 €
11. gün: 53.1 €
12. gün: 38.7 €
13. gün: 50 €
14. gün: 5 €

Toplam : 540 €

Not: 600 € civarı harcamam oldu, arada birşeyleri atladım herhalde...

Eve Dönüş

08.06.2009
06:35

Bari’deyim. Son 2 gündür vaktimin çoğu zamanın geçmesini beklemekle geçti. Bugün de öyle olacak. Dün birkaç sandviç almıştım, birini yiyeyim dedim. Uyku sersemi somon balıklı olanı açmışım. Sabah sabah ilk defa balık yiyorum hayatımda. Değiştirmedim çünkü açmış bulundum, bozulabilir. Bir de aldığım meyve suyu da çok kötüydü, muzlu ananaslı karışık bir şey. Hayatımda yediğim en kötü öğün bu!

Bari’de pek istekli olmasam da biraz dolanayım dedim. Yaşlı bir teyze ve amcanın işlettiği bir büfeye deniz kenarına nasıl gidebileceğimi sordum. En azından oturup biraz denizi seyrederim diye düşündüm. Teyze İngilizce bilmiyor, yeni bir şey değil. Ama denizi anlatmak için türlü şaklabanlık yapmama rağmen (yüzme hareketi, şişe suyu gösterip su üzerinden denizi anlatmaya çalışmak gibi) anlamadı denizi sorduğumu. Gülüştük yine, sorry dedi. Bunu diyebildi yani : ) Neyse zaten sanırım uzaktı da deniz. Bari’de bir şey yok zaten, hava alanına gidip orada beklemeye karar verdim. En azından uyuyabilirdim orda.

Akşamüstüne kadar bekledim, dışarı çıktım, içeri girdim, gelen yolcuları seyrettim. Bir ara uyumuşum biraz. Nihayet kontrolden geçtim, duty freeden bir şeyler alıp dakikaları saymaya başladım.

Defterle birlikte interrail maceram da bitiyor. Geride Prag’ın sokakları, Amsterdam’ın evleri, Brugge’nin çikolataları, Paris’in insanları, ve İtalya’nın birrrr sürü şeyi kalacak düşününce. Stresli ve yorucuydu. Ama ondan çok daha fazla keyifliydi. Olumsuz bir şey yaşamadan tadını çıkarmaya baktım. Umarım tekrar fırsatım olur, çünkü daha görülecek çok yer var…

Roma #3

07.06.2009
06:00


Roma’dayım ve açım. Hemen süpermarkete gidip sandviç ve meyvesuyu aldım kredi kartıyla.

08.41 treniyle Siena’ya gideyim dedim. 6 kişilik kuşetteydik 5 İtalyan 1 Türk. Ve kadının biri benim elime bir kağıt verip gitti. İtalyanca bir şeyler yazıyor. Sordum yanımdaki kıza, önemli bir şey değil para istiyor senden dedi. 6 kişinin içinde niye beni seçti acaba dedim. Bilmiyorum dedi, güldü. Çok mu saf görünüyorum acaba. Fransa’daki dolandırıcı da o kadar insan içinden beni bulmuştu. Neyse… Bu arada trende arada beklerken yaşlı bir İngiliz çiftle konuştum. Onlar da kimse İngilizce bilmiyor diye yakınıyorlardı. Siz İtalyanca öğrensenize, hayret bir şey. Ama sevdim, şirinlerdi, birlikte aktarma yaptık. Sanki ben oranın yerlisiymişim gibi gösterdim şuradan gitmemiz lazım, şu trene bineceğiz filan.

Siena maceram tam bir fiyaskoydu. Siena’ya kadar gelip gezemedim, istasyondan çıkamadım. Tam ben geldim inanılmaz bir yağmur yağmaya başladı. Şemsiye satan bir yer de yok, küçücük bir istasyon. Zaten sıkılmışım, depresifim. Geri döndüm Roma’ya. Roma hep benim kurtarıcım oldu. : )) Orda hiç yabancı hissetmedim kendimi.

İyi ki Roma’ya erken gelmişim. Gıcık hostel yüzünden sadece 1 gün gezebilmiştim Roma’yı. Eğer bugün de gezemeseydim çok pişman olurdum. St. Pietro, Popolo, Ara Pacis’i filan gezdim.




21:00

Roma Termini’de Bari’ye gitmek üzere trenimi bekliyorum. Roma’yı gezmek sıkıntımı biraz geçirdi, daha iyiyim.

Genova

06.06.2009
05:50

Kuşette tek başımaydım. 04:30 gibi uyandım ve inanılmaz bir manzara vardı. Yeni aydınlanmaya başlayan hava ve mükemmel bir deniz manzarası. Genova’dayım. Bir şeyler yiyip danışmanın açılmasını bekledim, haritamı alıp gezmeye başladım.

Piazza Ferrari’de fotoğraf makinesinin şarjı bitti. Gara geri dönüp dolu pilleri aldım. Sokakları gezdim, limana indim. Liman ve ilerisindeki sokaklar Karaköy’e benziyor, nalbur benzeri dükkanlar var. Bu dükkanlardan birinde moka makinesi gördüm ucuza, aldım hemen, aklımdaydı zaten. Ablamlara sandalet aldım. Bir marketten 4-5 çeşit kahve aldım, ucuz burada. Aldıklarımı sığdırmak için de çakma, ucuz, küçük bir çanta aldım. Yolda akordeon çalan bir kadına 20 cent verdim. Yanında oturup biraz onu dinledim. Bir de burada yanında hayvanlarıyla duran dilenciler dikkatimi çekti. İnsanlar para yada köpeklere mama veriyorlar.

14:00

Daha çok vaktim var, belki Bologna’ya giderim. Ama rezervasyon 5€. (klavyeyi değiştirdiğim içim artık € sembolünü kullanabiliyorum!) Gitmeye karar verdim, ama yine son anda fark ettim ki başka bir istasyondan kalkıyor tren! Yetişeyim derken saatini kaçırdım. Çünkü yanlış otobüse binmişim. Birkaç otobüse binmem gerekiyordu ama şöförler de yanlış tarif ettiler. Otobüs tepelere bir yere çıktı, hazır treni de kaçırmışken indim ve biraz manzarayı seyrettim.

Genova, Liman

Mc’e girip kredi kartıyla bir menü yiyeyim dedim çizburgerden bıktığım için, ama pos cihazları yokmuş. Kredi kartı çoğu yerde olduğu gibi burada da kullanılmıyor. Yine çizburgere kaldım.

Yine üzerinde ne yazdığına bile bakmadan bir otobüse atlayıp gezdim. Beğendiğim yerlerde inip dolaştım. Sonra yürüyerek Ferrari meydanına geldim. Genova bitti, gezecek çok yer yok zaten burada. Tam ne yapsam diye düşünürken baktım meydanda insanlar çimenlere yayılmış, bir konser hazırlığı var. Kaçar mı, hemen ben de attım kendimi oraya. Müzik dinledim biraz, dinlendim. Sabahki puslu ve kapalı havadan eser yok, günlük güneşlik. Etraf da hareketlendi, sabahki gibi değil.


11’e doğru trenim kalkıyor Roma’ya. Konseri beklemeden gara gittim, oturup kitap okudum, çantamı düzenledim. Dedim ya, 2 gündür zaman zor geçiyor. Ah bu parasızlık…

Roma #2

20:00

Roma’dayım. Önce şansımı deneyip internetten hostellere baktım ama haftasonu ve birkaç yerde boş yer var, onlar da pahalı. Acilen bir plan yapıp geceyi yolda geçirebileceğim bir yer bulmam lazım. Gerekirse geceyi istasyonda geçirmeyi göze alıyorum. Makineyi kurcalarken ne yapacağımı buldum. 23:00’te yataklı gece treniyle Genova’ya gideceğim, sabah 05:45 orada olacağım. Gerisini sonra düşünürüz. 12.5 euro rezervasyona vererek yapabileceğim en ucuz harcamayla geceyi geçirmenin yolunu buldum. O kadar rahatladım ki anlatamam…

Tren saatini bekliyorum. İlk defa bu kadar yalnız hissediyorum. Dönünce hiçbir şeye adapte olamayacağımı düşünüyorum. Stüdyo, provalar, müzik, işsizlik, internet, televizyon... Ve ilk defa yatağımı özledim.

Milan

05.06.2009
06:30


Uyandım, bir duş aldım, hazırlanıp çıktım. Milan’a gitmek üzere Gare de Lyon’dayım. Bir şeyler atıştırıp bindim trene. Bir sürü boş koltuk var.

Milan’a geldim ama burası da pek sarmadı. Cebimde son param, bütün bir 100 euro var ve kimse bozmuyor. Bankaya gitmem gerekti. Sıra bekleyip parayı bozdurabildim sonunda. Biraz yürüdüm, içim daraldı burada neden bilmiyorum. Gezmek istemiyorum. İlk trenle Roma’ya gidiyorum.

Bu saatten sonra sancılı saatler beni bekliyor. Interrailin en zor 3 günü. Param az, bir yerde kalamam, bu 3 günü trenlerde orada burada geçirmek zorundayım. Trenin nereye gittiği filan önemli değil, yeter ki yer olsun. Aslında bugün interrailim bitmeliydi, ama ayın 8’inde uçacağım. Belki de üzerimde bunun stresi olduğu için Milan’dan çıkardım acısını.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Paris (devam)

Eiffel
04.06.2009
20:00

Akşama doğru eve geldim. Nico da 8 gibi geldi, dışardan yiyecek bir şeyler almış, yemek yedik. Menüde hazır balık, kızarmış turşuya benzer baharatlı bir şey, salata, kaşar peynir ve şarap var. Farklı bir damak tadı, ama gayet lezzetli. Çektiğim fotoğrafları gösterdim, cdye yazdık, muhabbet ettik.

23:00


Nehir kenarında bir yere gittik, gençlerin takıldığı salaş bir bar var, insanlar içkilerini almış nehrin kenarında şarkılar söylüyor. Adını unuttum, Gare de L’est’in kuzeydoğusunda kalıyor. “Blond beer” içtik, az yerde varmış bu biradan. Hem yumuşak hem sert, güzel bir tadı var.

04.06.2009

Sabah oldu, Nico gitmiş. Acilen tuvalete gitmem gerek ve tuvalet dışarıda, ortak kullanımlı. Fakat içerdeki kapıyı açamadım, kapı kilitli. 15 dk. kadar uğraştım uyku sersemi, meğer anahtarı tam değil yarım sokmak gerekiyormuş! O 15 dk. geçmek bilmedi tabii.

Moka makinesiyle kahve yapmaya çalıştım, bir garip oldu. 2. denememde başardım. Bu alette kahve çok lezzetli oluyor, İtalya’da da dikkatimi çekmişti, dönerken alacağım bir tane. Nico’nun annesi bir turta göndermiş dün akşam, onunla beraber kahvemi içip yollara düştüm yine. Önce rezervasyon yaptırmam gerekiyor, ortada kalmayayım.

11:30

Bu Fransızlar çok cins! (Hepsi değil tabii.) Gara gittim bilet ayarlamak için, bir zenci görevli vardı. Daha ben ‘excuse me’ derken “no english, no english” demeye başladı. Başka bir yerden yaptırdım neyse ki ama sinir oldum. Planım Zürich’e gidip oradan tekrar İtalya’ya dönmekti. Fakat hiç yer yok. Mecburen gitmeyi planladığım günden bir önceki güne ve Milano’ya rezervasyon yaptırdım.

Gezmeye devam. Eiffel’den başladım. Her yer paralı, hiçbir yere giremiyorum, bütçe gittikçe daralıyor. Arc de Triomphe’ye girmek istedim ama o bile paralı.

Arc de Triomphe

Champ Elysee’de yürüyorum. (Söylemesi bile tuhaf!) Beni pek ilgilendiren bir yer olmadığını anladım bu caddenin. Büyük mağazalar, cafeler… Yine ben bildiğim gibi Mc’e girip bir çizburger aldım. Champ Elysee’deki Mc'te çizburger bile pahalı. 2.70 euro verdim. (Bu arada en ucuz çizburger Prag’taydı, 1 kron.) Yürüyerek Concorde Meydanı’na geldim, oradan da Jardin du Carrousel’den geçip Louvre Müzesi’ne. Arada Grand Palace’ın merdivenlerinde oturup biraz sağa sola baktım, dinlendim.

Jardin du Carrousel

Louvre Müzesi’nden dönerken başıma komik bir şey geldi. Hatırladıkça gülüyorum hala. Yürürken karşıdan yarı İspanyolca yarı İngilizce konuşan bir kadın durdurdu beni. Yerde yüzük bulmuş, tam benim önümde. Baksana bu altın galiba filan diye sordu, ben de baktım anlamadım, olabilir bilmiyorum dedim. Bu senin şansın, senin önündeydi, sen al, satarsın iyi para eder filan dedi. Evangelist olduğunu ve bu tür şeyler takmadıklarını söyledi. Ben de iyi peki diyip aldım, çok ısrar etti çünkü. Elimi sıktı, iyi şanslar diledi, yürümeye devam ettim. Birkaç adımdan sonra arkamdan pardon diye bağırarak geri geldi. ‘Bana içecek bir şeyler ısmarlar mısınız?’ Hayda… Param yok, üzgünüm dedim. Ama bunu bozduracaksın ve paran olacak dedi. Ama ben bunu bozdurmayacağım, hatıra olsun diye aldım deyince, o zaman geri ver yüzüğü dedi! .: ))) Hah dedim, demek burada da böyle oluyormuş dolandırıcılık. Ben Türk’üm kardeşim, yer miyim böyle numaraları : p

Opera National’ı da gördükten sonra eve gidip biraz dinlenip karnımı doyuracağım.

Opera National
17:30

Bir markete girip makarna, sos ve bira aldım. Nico’nun gelmesine daha 3 saat filan var. Günlerdir yarı aç gezdiğim için yarım paketten fazla makarna yedim. 10 gündür ilk defa doyduğumu hissediyorum. Paris’te bana ait olmayan bir dairede, Charles Aznavour eşliğinde yediğim bu yemek ve bu an, interrailin unutamayacağım anlarından biri olacak.

21:15

Nico geldi, yemek hazırlayıp yedik. O makarnanın üzerine bir daha yemek yedim yani! Yumurta, domates üzerine peynir ve nane, salata ve şarap. Sonra Montparnasse’ye gidip Nico’nun ablası ve erkek arkadaşıyla oturduk, birer bira içtik. Sonra dik merdivenlerden Sacre Cour'a çıkıp Paris’i izledik. Merdivenlerde insanlar toplanmış, gitar çalıp şarkı söylüyorlardı. Bu Paris’teki son gecem, çok keyifli bir geceydi, eve dönüyoruz. Birer bardak bol limonlu ıhlamur içip uyuduk. Bu arada bir şiltenin üzerinde yatıyorum, ama trende uyuduğum gecelerden sonra bu bile konforlu geliyor.

Montmartre/Sacre Cour


---devam edecek---

21 Temmuz 2009 Salı

Paris

17:00

Paris'teyim. Kalabalık, garın önü dilenci dolu. Burada tek başına olsaydım yer bulmam vs. zor olurdu galiba. Mc'e oturup bir çizburger yedim, cam kenarında gelen geçeni izledim. Biraz yürüdüm.

Seine Nehri
18:30

Nico'yla buluştuk. O da İngiltere'den yeni dönmüş, yorgundu. Ertesi gün orda çalışacağı için trene binip ailesinin yanına Versailles'e gittik, bu plansız oldu, yoksa ailesine hediye filan getirirdim Türkiye'den, ayıp oldu. St. Cloud garından babası aldı bizi arabayla. Eve gittiğimizde annesi yemekleri hazırlamış bile, yemek yedik. Çok tatlı insanlar, az çok İngilizce de biliyorlar, zorluk çekmedim. Sofrada kuşkonmaz, arasında krema soslu patlıcan kızarması, kavun ve jambon (ki bu meşhurmuş, ikisini birlikte yiyorlar) Polonya usulü minik ekmekler ve salata vardı. Salata en son geldi, genelde öyle yiyorlarmış. Oldukça hafif akşam yemeğinden sonra Nico ve bir arkadaşıyla (Kapischina gibi zor bir adı vardı), bira ve şarap alıp başka arkadaşlarına gittik. Biranın adını unuttum ama kuzeyden geliyormuş, sert bir biraydı.

Masada gecenin sonuna kadar Fransızca konuştular yine de çok eğlendim. Bazen benim anlamam için kızlar tercüme etmeye çalıştı, çoğu Fransız gibi sanırım onların da İngilizce'yle bir alakaları yok. Nico arada bir özet geçti konuşulanları. Bilmediğim bir dil konuşulmasına rağmen yabancılık çekmedim nedense.

Eve döndük, Nico'dan Paris'teki evin anahtarını aldım. Sabah o işe gidecek ben de Paris'e. Evi tarif etti. Annesi sabah kahvaltı hazırladı ve sıkı bir kahve. Yola çıktım. Babası yine St. Cloud'a kadar arabayla bıraktı beni.

03.06.2009
09:30

Paris'e geldim. İstasyondan çıkarken ters turnikeye girmişim, arada kalıverdim. Sonra görevli gelip açtı cam kapıyı. Komikti. Gare du Nord çok karışık. Kolayca evi buldum, büyük bir binanın 6.katında (asansör yok) bir oda, mutfak ve banyodan oluşan minicik ama sevimli bir daire. Eşyalarımı bırakıp haritamı alıp yola koyuldum. Haritada mutlaka görmem gereken yerleri Nico işaretledi, onları baz alarak gezdim.

Center Pompidou

Notre Dame de Paris, St. Michel, St. Germain, Bastille, Seine Nehri, Rambuteau, Pompidou, Hotel de Ville, Arap Enstitüsü aklımda kalanlar.


Notre Dame'nin önüne polisler set çekmiş. İçeri girmek yasak. Akşam üstü tekrar buradan geçerken Air France ve Familles pankartlarını görünce düşen uçakla ilgili cenaze-anma töreni olduğunu anladım. Turistlerle beraber dışardan izledim. Zaten üzüldüm kazada ölen o kadar insana, cenaze marşıyla beraber arada çalan çanlarla ben de bir tuhaf hissettim.


Gent

11:30

Gent’e geldim ama merkez uzak ve zamanım yok. Şöyle bir gezinip Brüksel’e gitmek üzere yola koyuldum. Sonuç olarak Gent deyince hatırlayacağım üç şey var; tren garının girişinde akordeon çalan adam, meydandaki yüzlerce bisiklet ve 2,5 euro verip kazıklanarak aldığım çakmak.


Ne kaçırdığıma gelince:


:' (

Brugge

21:10

Evet, Brugge bir hayli sakinmiş! Trenden inip otobüse bindim, bir kız daha benimle aynı durakta indi. Aynı hostelda kalıyormuşuz meğerse. Birlikte gittik. Arjantin'li, adı Florencina'ymış. Arjantin de Türkiye gibiymiş, yaya geçidine adım attığında arabaların durması onu da çok şaşırtmış. St. Christopher's Bauhaus'da kaldım. Kaldığım oda nemli, çarşaflara tavandan su damlıyor, duşlar yukarıda, 10'dan sonra mutfak kapanıyor, internet kazık. Pek beğenmedim burayı, belki 2 gün kalırım diyordum ama, kalmayacağım. Bu saatten sonra gezmeye çıkmıyorum, hem yorgunum, hem de Brugge uyuyor. Sabah saati erkene kurup gezeceğim.


Bara gidip bir bira içtim, internete girdim. Paris'teki arkadaşımla (Nico) mailleştik ve ertesi akşam oraya geleceğimi söyledim, kararlaştırdık daha doğrusu. Bir geceyi daha burada geçirmeyeceğim için mutluyum.

Aç olmama rağmen mutfak kapalı olduğu için bir şey yiyemedim. Günü 1 çizburger, 2 bira ve 1 elma suyuyla geçirdim.

Florencina'yla biraz muhabbet ettik. Gent'i kesinlikle görmemi önerdi. Vaktim olursa gideceğim. Hava 22:30'da karardı. Etraf aydınlık olmasına rağmen sokaklar sessiz. Telefonumu şarja koymam lazım ama Florencina bilgisayarının şarjını takmış. Bir tane daha priz var ama vidayla kapatmışlar. Kalemin kenarını çıkartıp vidaları söktüm ve prizi kullanılır hale getirdim. Sabah giderken tekrar taktım. 6 kişilik odada tek bir prizin kullanıma açık olmasına da anlam vermiş değilim. Uyudum ve sabah erkenden kalkıp gezmeye başladım.

02.06.2009
07:30

Markt Alanı

Çikolatadan kuğular

Evler kutu gibi, çok şirin. Buradaki binaların karakteristik özelliği çatıya doğru basamak şeklinde yükselmesi sanırım. Kanallar burada da sokakları kesiyor. Çikolata dükkanları nefis ötesi. Sabahın köründe gezdiğim için insanlar yeni yeni işlerine, okullarına gidiyorlar, çoğunlukla da bisikletle. Bir an ben de onlarla birlikte işe gidiyorum sandım.


Binaları ve atmosferi sayesinde Ortaçağ'ı direk yaşayabileceğiniz bir yer burası. Markt Meydanı'nda biraz durup insanları izledim.

Hostele dönüp kahvaltı ettim. Dün pek yemek yiyemediğim için bulduğum her şeyi yedim. Kahvaltıdan sonra Nico'yla mailleştim, saati ve yeri netleştirdik. 6'da Paris'te Gare du Nord'da olmalıyım.

Eşyalarımı toplayıp hostelden ayrıldım. Şimdi Gent'e, oradan da Brüksel-Paris.

Amsterdam

01.06.2009
10:50


Amsterdam’dayım. Şu ana kadar gördüğüm en kalabalık ve büyük istasyon. Nerdeyse çantamı bırakacak dolap bulamıyordum. Dolap sistemi de burada biraz farklı, karışık ve kredi kartı geçiyor sadece.

Yalnız bir interrailci olarak(!) Amsterdam’da kalmayı planlamıyordum. Zaten çok kalabalık geldi, gözüm korktu biraz. Vakit darken şehri keşfetmenin en iyi yolu bisiklet kiralamak diye düşündüm. 3 saati 12 euroya 50 euro ve pasaportu da depozito olarak bırakarak 11:45’te bir bisiklet kiraladım. Çok gezdim, ama yine kayboldum. Burada fark ettim ki kaybolmak öğrenmenin en doğal yolu.

Mac Bike'tan kiraladığım bisiklet

14:45’te bisikleti teslim etmem lazım, saat 14:20 ve nerede olduğumu bilmiyorum. Kendi çabalarımla, elimde haritayla yolu bulmaya çalışıyorum ama olmuyor. İnsanlara sordum en sonunda ve tam 14:45’te bisikleti teslim ettim. Acele ederken tekerlek bir de tramvay raylarının arasına sıkıştı, rezil de oldum o arada.

Kanal kıyısında evler

Bisiklet yolu oldukça gelişmiş, her yere gidilebiliyor. Zaten arabadan çok bisiklet vardı. Sokaklar çok düzenli ve temiz. Kanallar burada da yoğun. O yüzden birbirine benzeyen sokaklarla dolu. Bir de gördüğüm kadarıyla merkezden uzaklaştıkça Arap ve zencilerin yaşam alanı artıyor.

Bisikleti bıraktıktan sonra biraz çarşıda dolaştım. Bir yerde oturup bir bira içtim. Şu meşhur çarık gibi olan anahtarlıklardan aldım annem için. Bir de nihayet şarj aleti. Telefoncu amca da Türkler’i seviyormuş, nereliydi bilmiyorum. 10 euroluk şarj aletini “bu kadar bozuğum var” diyerek 6 euroya aldım.


Brugge’nin bu kadar kalabalık olmayacağını umarak Amsterdam’dan ayrılıyorum.

Prag (devam)

31.05.2009

Sabah kahvaltı edip (jambon, kaşar, meyve suyu, kahve, puding) hosteldan ayrıldım. Amsterdam’a rezervasyon yaptırdım, çantamı bıraktım, süpermarketten (Billa) meyve suyumu da alıp gezmeye başladım. Sudan çok meyve suyu içiyorum. Bayağı bir gezdikten sonra fark ettim ki şemsiyem yok! Bir yerde unuttum kesin. Geri dönüp şemsiyemi aramaya koyuldum, inanılmaz biçimde takıntı yaptım. Bulamadım ama. Çok sinirlendim.

Powder Tower

Tramvayla turladım biraz, sonra Prag Kalesi’ne gittim. Dönüşte de tramvayla geldiğim yoldan yürüyerek döndüm, çünkü manzara çok güzeldi. Tren saatine az kaldı, istasyona dönüyorum. Metroya son kez bineceğim yani. Dün aldığım bileti kimse kontrol etmiyor diye aynı bileti basıp duruyorum. Tam metroya inerken 2 görevli biletleri kontrol ediyor, yandık. Dönemedim de, geç fark ettim. Benim onlarca kez basılmış biletimi görünce yanındaki arkadaşına gösterip “oooo, baksana” diye onaylatıp cezası var dedi. “Bilmiyordum, basınca yeşil ışık yanıyordu” filan diye kıvırmaya çalıştım, yemedi. Pasaportumu aldı ve son dakika golüyle 700 kron (25 euro civarı) ceza ödedim. Bir dahaki sefere gittiğin yerdeki kuralları oku diye bir de akıl verdi, arkadaşça güle oynaya ayrıldık. Tabii o 700 kronu cüzdanına atması içimde ayrı bir yaradır. Keşke param yok filan deseydim ama acemilik işte, bir dahaki sefere öyle yapacağım, uğraşacak vakti varsa uğraşır. O an çok üzüldüm paramın gittiğine ama şimdi düşününce gülüyorum.

Prag'tan

Tren saatini bekliyorum, kalan kronları harcamak için sandviç filan alacağım.

18:29

Trendeyim, Amsterdam’a gidiyorum. Almanya’dan geçiyoruz, her yer yemyeşil. Otlayan ve çimenlere yayılan inekler Milka ineklerini hatırlatıyor. 2 kız arkadaş ve İspanyol bir aileyle paylaşıyorum kuşetimi. Kızlar yemek yemekten, İspanyollar da konuşmaktan helak oldular! Neyse kulağımda müzik, uyumuşum bayağı. Sabah 2.70’lik kahveyle birlikte yeni güne başlıyorum.

Başka bir ülkede uyuyup başka bir ülkede uyanmanın bu kadar güzel bir duygu olacağını tahmin edemezdim. Hele ki yolunu arıyorken…

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Prag

Prag’a geldim. Planım Amsterdam’a rezervasyon yaptırıp gece treniyle gitmek ama gece treni yokmuş. En yakın tren 10 dk. sonra. Burada kalmaktan başka çarem yok. İstasyonda biraz euro bozdurmak gibi bir hata yaptım (sonradan fark ettim onu da). Bir sürü kronum oldu.

Prag
Şehir merkezine geldim. Ancak sorduğum 3. hostelda yer bulabildim. Daha ucuzları olmasına rağmen çaresizliğimden faydalanan sevgili sorumlu bana 3 kişilik oda verdi 530 krona. Yine de ucuz, 20 euro filan ediyor. Ama normal şartlarda 13 euroya filan yatak bulabilirdim aynı yerde. Hemen eşyalarımı bırakıp gezmeye çıktım. Yağmur yağıyor. Az önce yine euro bozdurmam gerekti ve döviz bürosundaki adam Suriyeli çıktı, onunla biraz muhabbet ettik. Türkler’i seviyorlar. Abdülhamit’i de Atatürk’ten daha çok seviyorlarmış, öyle dedi. Ama sağolsun hiç komisyon almadı.

Burası tahmin ettiğimden çok daha güzel bir şehirmiş. Özellikle iyi ki de gece gezmişim. Başta St.Charles köprüsü olmak üzere bir sürü yer gördüm. Sv.Mikulase, Týn Church, saat kulesi, tiyatro binası… Şehir oldukça kalabalık, fazla turist var.

Sv.Mikulase

23:00


Hostel’a döndüm. Bara gidip bir bira içtim, “Stella Artois.” Yine plan yaptım ertesi gün için, gidip yattım.


Viyana, Bratislava

29.05.2009
08:30

Viyana Westbahnhof’tayım. Yanlış inmişim, daha doğrusu burada pek bir şey yok. Bir internet kafe bulup Hütteldorf’ta bir hostela rezervasyon yaptırdım. 1 saat sonra oraya vardım.

Magic Shop, Viyana

Hostela gelip çantamı bıraktım ve başladım gezmeye. Venedik’ten sonra Viyana biraz serin geldi, hatta soğuk. Harita elimde giderken “Spar” diye bir süpermarket gördüm. Meyve suyu ve çikolata aldım. En ucuz çikolatayı aldım ama tahmin ettiğimden daha güzel çıktı. Metroya geldim, bilet satan kimse yoktu. Makine gördüm ve ordan 5.70 euroya günlük bilet aldım. Keşke almasaydım çünkü kontrol eden kimse yoktu. Metroyla bütün gün ordan oraya dolaşıp gözüme kestirdiğim yerlerde inip dolaştım. Metro hatları bayağı gelişmiş ve hepsi birbiriyle bağlantılı. O kadar yere gittim ama merkezi bir türlü bulamadım, kayboldum sonunda. Bir parkta buldum kendimi, Tuna Nehri’nin kenarında.

Donaustadt Park, Viyana

Benden başka kimse de yoktu, ıssız her yer. Kara bulutlar tepemde, yağdı yağacak. Yağarsa yandım, saklanacak bir yer de yok koca parkta. Şansıma yağmadı. Ama buradan önce Prater’den dönerken çok kötü ıslanmıştım zaten. Nihayet uzun bir yürüyüş sonunda metro durağını ve merkezi buldum. Stephanplatz. Sokakta yine müzik yapan orta yaşlı insanlar vardı, güzeldi. Museumquartier, Haus der Muzik, Prater, Donaustadt Park, Donau City ve adını bilmediğim bir sür yer/bina gördüm, onları napıcaz bilmem…

Prater, Viyana

18:34


Bir barda oturuyorum. Venedik’teki kahvaltıdan sonra ilk defa bir yere oturuyorum. Wiener shinitzel yedim, yanında da değişik soslu bir patates salatası vardı. Özellikle salata oldukça güzel. Dunkles (dark) bira içtim. Alkol oranı 10.9’du yanlış hatırlamıyorsam. Küçük biraydı ama yarısında çarptı yavaş içmeme rağmen. Onun da tadı güzeldi. Kalkma vakti…

Hostela giderken meşhur opera binasının önünden geçiyorum (Staatsoper). O da ne, barkovizyonda opera gösterisi! Soğuktan donmama rağmen yarım saat kadar durup izledim. Müthiş bir keyifti

Staatsoper, barkovizyonda opera

Hosteldayım. Duş aldım, çantamı hazırladım ve uyudum. Biri Kore’li, diğerini bilmediğim iki kızla paylaştım odamı. Konuştuk biraz. Neden herkes tek başına interrail yapan biri için üzülüyor anlamadım ki. Ben memnunum.

30.05.09

Sabah kahvaltıya indim, bugüne kadar gördüğüm en geniş menüye sahip. Meyveli yoğurt, yağ reçel, 2 tane değişik sos gibi bir şey, tahıllı ve çekirdekli ekmek, kahve ve cornflakes vardı. Dışarıda inanılmaz yağmur yağıyor. Kahvaltıdan sonra odayı boşalttım, ama çıkmam imkansız. Oturdum, bekliyorum. Bekliyorum… Böyle olmayacak, aldım çantamı, hızlı hızlı inmeye başladım yokuşu. Şansımı Spar’da deneyeceğim, belki orda şemsiye vardır. Oraya kadar fazla ıslanmadım, şemsiye de buldum 3.49’a. Hayatım kurtuldu, artık her yere gidebilirim.

Yağmur ve hüzün, Viyana

Hütteldorf’tan Westbahnhof’a gittim Bratislava’ya gitmek için. Meğer Sübahnhof’tan kalkıyormuş. 18 no.lu tramvayla oraya gittim. Saat başı kalktığı için yetiştim. Tren boştu, yağmurlu ve kapalı bir havada, güzel bir yolculuktu.

12:30

Bratislava’dayım. İnsanlar, binalar, atmosfer, tabelalar, isimler yavaş yavaş değişiyor. Önce Prag’a rezervasyon yapayım dedim ama başka bir istasyondan kalkıyormuş. 93 no.lu otobüse binip istasyona geldim. Rezervasyon gerekmediğini öğrendim ve 1 saat kadar yürüdüm. Asıl tarihi şehri göremedim, çok fazla vakit harcamadım burada.

Bratislava

Pek düşündüğüm gibi bir yer değil. Bir de Prag’a geç kalmamam gerekiyor. Yine otobüse para ödemeden binip istasyona geldim. Büfeden 50 cente bir rôzôk aldım (salamlı turşulu ufak bir sandviç). Fiyatına göre oldukça lezzetliydi, ya da ben çok açtım!

14:00

Prag’a gidiyorum.Tam tünelden geçerken tren durdu. Niye durduk? Her yer karanlık, insanlar bir şeyler konuşuyor ama anlamıyorum. Tırstım... 5 dk. bekledik, oh neyse devam ediyoruz.

18:20

İtalya: Bari, Roma, Floransa, Pisa, Venedik

26.05.2009
00:10

Bari havaalanındayım. Her yer sessiz. Dışarı çıkıp sağa sola baktım, sadece taksi var. İki tip var içerde, biri Koreli. Interrailci olduklarını düşünüyorum. Gidip servis var mı bu saatte diye sordum, yok dedi. Sonra onların da tren istasyonuna gideceklerini öğrendim. Servis saatine kadar burada beklemeyi yada taksiyle gitmeyi düşündük. Bu arada Koreli’nin yanındaki de Türk çıktı, daha dakika bir gol bir.

01:00

Üçümüz havaalanında ne yapsak diye düşünürken 3 kişi daha geldi. Polis burada kalamazsınız diye tutturdu, bir yandan taksiciler sizi 25 euroya götürelim diye tutturdular. Diğer 3’lüden ikisi sabah 11’de uçakları olduğu için bizle gelmedi, polis de ellerinde biletleri oldukları için orda kalmalarına izin verdi. İçlerinden biri (başka bir Türk) bizimle istasyona geldi ve taksi parasını 4’e böldük.

02:30

İstasyonda bekliyoruz, Roma treni 05:35’te. Yanıma aldığım konserve çok işe yaradı., çok acıkmıştım. Para atıp dolaptan bir içecek aldım. Bildiğimiz meyveli süt işte ama çok güzeldi. Yada bana öyle gelmiş olabilir bilmiyorum, tadı damağımda hala. Fotoğraf çekip duruyorum.

Bari tren istasyonu

İstasyonlardaki makinelerden kredi kartıyla yada nakit olarak bilet alınabiliyor veya rezervasyon yapılabiliyor. Vaktim varken makineyı kurcalıyorum, çözmek uzun sürmedi.

İçerde evsiz ve genelde zenci tipler var, sigara isteyip duruyorlar ama hiç biri rahatsız etmiyor. İtalya’da çok göçmen var ama pek yadırgamıyor insan İstanbul’da yaşayan biri olarak.

E maillerimizi filan verdik birbirimize. 1 buçuk saatten az kaldı.

05:15

İçimizden biri Ancona’ya gitmek üzere trene bindi. Eski bir trendi. Yine de bizim Sirkeci treninden daha iyi görünüyor. Bizim HyunJun’la bindiğimiz Roma treni tren filan değildi zaten, uzay mekiği gibi bir şeydi. Bu arada burada rezervasyon parasından yırttım 15 euro cebime kaldı. Çok dolu değildi tren. Bir uyuduk bir uyuduk…

10:30

Roma’ya geldik. Hyun’la beraber kalacağım hostelı bulduk ve ayrıldık. Hostel hayalkırıklığı.. Umarım hepsi böyle değildir. Neyse sadece 1 gece kalacağım. 3 günlük rezervasyon yapmama rağmen benim rezervasyon yaptığım internet sitesiyle anlaşmalı değillermiş de bilmemne. Bu arada İtalyanca konuşuyor görevli devamlı, anla anlayabilirsen. 1 gece kalabilirsin dedi ben de kabul ettim bir de hostel aramakla uğraşmamak için.

Çantayı bırakır bırakmaz hosteldan bir şehir haritası alıp gezmeye başladım. Biraz otobüs bekledim, beklerken de izledim söylendiği gibi bedava mı biniliyor bu merete diye. Gerçekten kimse bilet filan atmıyor. Bazı turistler hariç. Bütün otobüslere bedava bindim İtalya’da. Sonra da gidip suya 2 euro verdim! Suyun pahalı olduğunu biliyordum ama bu kadar olacağını tahmin etmemiştim. Gerçi ben de en pahalı yerden aldım ama susamıştım. Daha sonra şişeyi çeşmelerden doldurarak aradaki farkı kapattım. Mc’e girip 2 çizburger alıp devam ettim. Oturmadım, yürürken yedim, daha gezecek çok yer var.

Colosseum
14:50

Dinleniyorum. Colosseum, Monumento a Vittorio Emanuele II, Musei Capitolini, Arco di Constantino, Fontana di Trevi ve Traiana Column’u gördüm. Tabii daha adını bilmediğim bir sürü yer daha. Roma’da her adımda görmeye değer şeyler var.

Daha vakit var, Pantheon’u filan gezeceğim.

O kadar yer gördüm ama sanırım beni en çok etkileyen Pantheon oldu. Navona meydanı da bir o kadar güzeldi.

Bir ara metroya bindim ve gerçek metronun ne olduğunu gördüm. Birbiriyle bağlantılı hatlar vs.. bütün şehri dolaşıyor. Burası böyleyse Paris’i düşünemiyorum.

Akşama doğru hostela geldim. Bir duş alıp 2 saat filan uyumuşum. Kalktım, biraz dolandım. 5 euroya telefon kartı alıp bizimkileri aradım. Biraz yürüyüp döndüm. Saati 8’e kurdum ve uyudum.

Fontana di Trevi (Aşk Çeşmesi)

27.09.2009
08:00

Uyandım ve çantamı toparladım. Kahve içtim ve kahvaltı ettim. (1 dilim tost ekmeği yağ ve reçel) İstasyona geldim ve Floransa’ya giden ilk trene atladım. Roma’da daha fazla kalmak isterdim ama bu hostel muhabbeti canımı çok sıktı, hevesimi kaçırdı. Seyahatin sonunda tekrar İtalya’ya geleceğim için çok üzülmüyorum, yine gelirim diye düşünerek ayrılıyorum Roma Termini’den. Umarım pişman olmam…

Floransa’ya giderken Orte ve Bassona’da durduk. Bir sürü yerde durduk. E hani Floransa 1,5 saatti, yanlış trene mi bindim be?

Bu arada biletleri kontrol eden görevli yanımdaki boş koltuklara oturup birilerine ceza yazdı.

Öğlene doğru Floransa’ya indim. Roma’dan daha sıcak görünüyor. 1 euroluk şehir rehberinden aldım ve Pisa trenine atladım hemen. Önce Pisa sonra Floransa diye düşündüm. Çünkü Floransa’yı gezerken Pisa kaynayabilirdi. Pisa’da otobüse binmek için durağa geldim ama küçük olmasına rağmen karışık, kimse de İngilizce konuşmadığı için zar zor buldum otobüsü. Birkaç turist vardı durakta onlara takıldım.

Pisa Kulesi

Etkileyici bir yer. Kule kadar baptisterium da görkemli bir bina. Pisa kulesini görünce bir kez daha fark ettim ki, İtalya’dayım. Gezdikten sonra Roma’da yiyemediğim dondurmayı burada yedim. Gerçekten çok güzeldi. Hediyelik eşya satan yerlerden birkaç anahtarlık aldım, en ucuz şey o çünkü. 1,5 euroya 1 anahtarlık almıştım ama ilerde aynı anahtarlığı 1 euroya görünce uyuz olup 2 tane de ordan aldım.

16:29 trenine bindim, Floransa’ya gidiyorum. İner inmez 3 euroya Venedik için rezervasyon yaptırdım. Bir çizburger ve yola devam.

İstasyondan çıkar çıkmaz park etmiş bir sürü bisiklet dikkatimi çekti. Saati 0.5 günlüğü 2 euroya kiralanabiliyormuş. Geç olmasa kiralayabilirdim. Harita aldım ama ona fazla bağlı kalmadan kafama göre takıldım. Nişantaşına benzer sokaklardan geçtim.

Yine bir çok yer görmeme rağmen Cattedrale di Santa Maria del Fiore ve Piazza della Repubblica favorilerimdi. Özellikle Cattedrale di Santa Maria del Fiore’yi 1 gün boyunca izleyebilirdim.

Cattedrale di Santa Maria del Fiore

Piazza della Republica’da bir cafedeyim. İlk kez bir yere oturup bir bira içiyorum, bugün az harcadığım için hakettim. (Yanında da pretzel getirdiler.) Malum, bütçe fazlasıyla kısıtlı. Ortada sokak müzisyenlerinin notaları eşlik ediyor birama. Hava birden değişti, rüzgar başladı. Bu arada birada değişik bir aroma var. Sanırım bu Zero. Daha sonra da kutu Zero içtiğim için bu aromayı hatırlıyorum. İtalya’da en yaygın bira bu.

Gezmeye devam… Venedik treni 01:48’de ama çantamı almam için 23:50’de istasyonda olmam gerekiyor.

22:30

Floransa’da ilk kaybolma tecrübemi yaşadım!

İstasyona gelip çantadan sweat shirt alıp otobüsle Ponte Vecchio’ya gittim. Çok da iyi etmişim, inanılmaz bir günbatımı manzarası vardı çünkü. Ve o manzarada canlı klasik gitar dinletisi. O kadar güzeldi ki gözlerim doldu. Güzel bir şey için ağlamayalı çok olmuş.

Floransa'da günbatımı

Neyse, dönüşte tekrar, istasyondan Ponte Vecchio’ya giderken bana hangi otobüse binmem gerektiğini söyleyen İtalyan’la karşılaştım durakta. Biraz bekledim, sohbet ettik o arada. Son otobüs kaçmış, ben yürüyeyim dedim. Tabii hava karardı. Yürüyorum ama nereye? Gelirken geçtiğim yollardan gittiğimi zannediyorum. Bu arada Floransa’da gece hayatı başlamış. Barların önü kalabalık. Aynı saatlerde tesadüfen Teatro Verdi’nin önünden geçiyorum. İnsanlar kapıda bekliyor.

Saat hemen hemen 22:00. Kaybolduğumun farkında değilim hala. Neden sonra alakasız sokaklara çıktım. İnsan yok, tek tük sokak lambaları…Sokak isimlerine bakıyorum, haritaya bakıyorum, yok yok yok. Panik oldum haritada sokak isimlerini bile görmüyorum. Yaşlı bir teyze köpeğini gezdirmeye çıkarmış, başka çarem yok, ona soruyorum artık. Neyse ki çok yardımcı oldu. Beni otobüs durağına götürdü, 32 numaraya binmem gerektiğini, otobüsün 22:28’de geleceğini, bu saatte hırsızların olabileceğini, çantama dikkat etmem gerektiğini söyledi. Beni otobüse bindirene kadar bekledi. O esnada biraz sohbet ettik. Türkiye’de euro geçip geçmediğini sordu. Biz daha Avrupa Birliği’ne girmedik dedim, Romanya bile girdi dedi biraz memnuniyetsiz bir şekilde. Bu diyalogta inanılmaz bir ayrıntı var tabii. Teyze tek kelime İngilizce bilmiyor, e ben İtalyanca bilmiyorum. Tüm bu sohbeti o İtalyanca ben İngilizce konuşarak yaptık. Nasıl olduğunu ben de bilmiyorum ama sanırım zor durumda kalınca anlaşmak zorunda kalıyorsunuz. Bir de tabii şansıma karşıma iyi biri çıktı, çok çok yardımcı oldu.

Otobüse bindim ve 10 dakika sonra istasyondaydım. Neredeyse 3 saat var trenin kalkmasına ama tırstım gerçekten, buradan çıkmam artık!

11:45

İstasyonda güvendeyim. Gözüm panolarda, benim trenin saati ne zaman yazacak diye bekliyorum. Benden sonraki trenlerin ayrılma saatleri yazıyor, benimki yok. Bu işte bir şey var çünkü dakikası dakikasına aksatmadan bütün tren saatleri yazıyor panolarda normalde. Birden bir ampul yandı kafamda. Etrafta o saatte bir görevli de yok. Hemen çantayı bıraktığım görevlinin yanına gidip ona sordum kimse olmadığı için. Rezervasyon biletine bakıp “senin tren bu istasyondan değil Campo di Marte’den kalkacak” demez mi! Ben Firenze S.M.N’deyim. Neden birden her şey ters gitmeye başladı.. Hemen az önce not defterine “buradan çıkmam artık” yazdığım geldi aklıma. Büyük konuşmamak lazım diye boşuna demiyorlar. Paçalar yine tutuştu tabii. Oraya giden otobüsün kalktığı durağı tarif etti bana ama saatlerini bilmediğini söyledi -yarı İngilizce yarı İtalyanca. Bu gidişle bu dili sökeceğim mecburiyetten.

Durağa geldim ve birine hangi otobüse binmem gerektiğini sordum. Yine İtalyanca konuşuyor tabii, defteri çıkardım hemen otobüsün numarasını yazmasını istedim. O da yardımcı oldu neyse ki. Karşıya geçip otobüse bindim. Şöföre sordum, yolculardan birine sordum, ay kimse İngilizce bilmiyor çıldırazaam!! Buldum neticede durağı ve indim. Her yer sessiz, benimle beraber bir kadın daha indi, benim gideceğim yerden yürüyordu neyse ki, onu takip ettim. Yolda serseriler arabadan kadına laf attılar, yeşil ışıkta durdular. Eyvah dedim şimdi dönüp takip edecekler kadını. Sırtımda 10 kilo çanta, kadın da hızlı yürüyor, yetiş yetişebilirsen. Neyse araba yoluna devam etti. Kadıncağız da evine geldi, ben de biraz daha yürüdükten sonra istasyona geldim.

Kabusum oldun; Campo di Marte

28.05.2009
00:15

Ohhhh diyeceğim ama diyemiyorum. Koca istasyonda 2 yolcu, adam ağlıyor kadın yükses sesle onu teselli ediyor galiba, engin İtalyanca’mla bu kadar anlayabildim. Bir yanda istasyonda yatan tipler, iki tanesi gelip para istedi, yok dedim. Hiç ısrar etmiyorlar yok deyince, teşekkür edip gidiyorlar. Baktım orda makinadan içecek bir şeyler almaya uğraşıyorlar. 2 dakka sonra düşündüm, gidip 70 cent verdim. Yüzsüz çıktılar biraz sonra "50 cent daha var mı" diye sordular, yok dedim. Ohh birkaç yolcu daha geldi, rahatladım. Olsun yine de gözümü dört açmam lazım. Tren de aktarma yapacak yazıyor biletin üzerinde, nerde yapacak ki acaba? Neyse..

Koltuğumu buldum, 6 kişilik pulman. Pulman deniyor sanırım bilmiyorum işte. Tren Venedik’ten Udine’ye devam edecek, görevliye nerde transfer yapmam gerektiğini sordum, direk gidiyor dedi. İyi bari, rahat rahat uyurum dedim ama yanımdaki 2 kadın hiç susmadı, hiç ama. Yine de uyudum, yorgunum. Gözümü açtım sabah olmuş, bir istasyondayız ama?.. Sordum yanımdakilere neresi burası diye, Venedik’miş. Hala konuşuyorlardı. Apar topar çantamı alıp indim.

07:00

İstasyonun önündeki merdivenlerdeyim. Güneş öyle güzel vuruyor ki teknelere, gün yeni başlıyor, insanlar işlerine gidiyor. Bu an çok güzel. Ama dönüp gece için Viyana rezervasyonu yapmam lazım. Makinalarda Viyana için hiç yer yok görünüyor. Prag’a bakıyorum, aynı. Burada kalırsam yandım, Venedik’in ne kadar pahalı olduğunu duymuştum. Gişelerin açılmasını bekledim ve rezervasyon yaptırdım, yer varmış. Yataklı vagon, rahat uyuyacağım, o yüzden sıkı bir yürüyüş beni bekliyor bugün.

İstasyonun yakınında Olimpia Buffet’te oturup kahvaltı ettim. Brioche ve kahve. Manzara nefis. 6,5 euro verdim ama değdi. Bugün tuzlu geçecek gibi bir his var içimde. Az önce de rezervasyona 27 euro verdim, şimdiden sınırdayım.

Olimpia Buffet'te kahvaltı, Venedik

Biraz da istasyonun önündeki merdivenlerde oturup izledim şehri, çoğu turist gibi. Yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başladı. Information’ın açılmasını bekledim ve 2 euroya harita aldım. Harita bile pahalı burada.

Tura başladım. Fazla büyük değil ama karışık bir şehir Venedik. Sokakları, kanalları, her yer birbirine benziyor. Piazza San Marco’ya kadar şaşkınlıkla bakına bakına yürüdüm. Vitrinler, sokaklar, evler, her şey bambaşka. San Marco meydanı çok çok güzel, kilisesi de öyle, hayranlık uyandıracak kadar güzel. Gece buradaki kafelerde klasik müzik çalındığını ve asıl gece daha da ihtişamlı bir yer olduğunu duyunca bunu kaçırdığıma üzüldüm. Karşımda Isola di S.Giorgio, bir bankta oturup gondolları izliyorum.

Gondollar

13:30


Burada da kayboldum! Başıma güneş geçti bir de, çok sıcak. Harita da amma karışık. Aman yaa!

3,5 euroya dilim pizza ve 500ml.lik kola satan bi yer gördüm. Bu iyi oldu çünkü pizza yemeden gitmek istemiyordum. Bizim pizzalardan daha ince hamuru, bol malzemeli ve daha büyük. Lezzetliydi.

14:00

Çok yoruldum, istasyona geldim, merdivenlerde oturuyorum. Biraz dinlendikten sonra başka bir rota belirleyip devam edeceğim, şu an bilmiyorum.

Kalktım ve gezmeye devam ettim. Bazen böyle dalmış bir şeyler yazarken arkadan fıtı fıtı sesler geliyor. Alışkanlık işte, dönüp pis pis bakıyorum biri bir şey mi diyecek filan diye. Sonra bakıyorum bir yaşlı yada her hangi biriymiş. Buralarda pek tırsılacak şeyler olmuyor galiba. En azından bana denk gelmedi, tabii gelmesin de.

Venedik

28.05.2009

Trene binen kadar bir şey yazmamışım, trende de yazmıyorum aslında çünkü yatağı hazırlar hazırlamaz uyudum, çok yorgundum. Bir sonraki istasyondan bir aile bindi, onların sesine uyanıp tekrar uyumuşum. Bir de bileti sorduklarında uyandım. Görevli kahvaltımızı vermek için uyandırdı herkesi. 2 kruvasan, yağ, reçel ve kahve. Karnımı da doyurduktan sonra cep telefonumu şarja takayım dedim, yanında durmama rağmen telefon düştü ve şarj aleti kırıldı. Her ne kadar cep telefonunu acil durumlar için kullansam da annemler aradıklarında ulaşamazlarsa merak ederler biliyorum. Bir masraf çıktı yani, şarj aleti almam lazım.

Galiba Yolculuk Başlıyor

Pazartesi saat 19:30. Havaalanındayım. O kadar çok şey düşünüyorum ki hiçbir şey düşünemiyorum! Artık suyu akışına bırakma vakti geldi. Annemle ve ablamla vedalaştım, pasaport kontrolünden sonra içeri girdim. Bu arada çıkış harcı ödedim 15 tl. Bu hesapta yoktu. Çıkış için harç ödemek? Bunun mantığını da anlamadım ya neyse…

Beklerken yanımda bir İtalyan çift vardı. Adam bana bir şeyler sordu, tabii İtalyanca. Biraz muhabbet ettik, ben İngilizce anlattım o İtalyanca anlattı filan, öyle anlaştık. Bunun bütün İtalya’da böyle olacağını düşünmemiştim ben tabii.

Uçağa bindim, kutu gibi bir uçak, minik. Havalandık. Artık Türkçe yok, hiçbir şey anlamıyorum. Hosteslerin İngilizcesi de İtalyan aksanlı olduğu için yarım yamalak anlayabildim.

Artık bundan sonrasını not defterime bakarak yazıyorum. Hemen hemen her şeyi not aldım çünkü.


Vize

En zor ve stresli kısım buydu galiba. İlk kez vize alacaktım. Vizeyi İtalya’dan almaya karar verdikten sonra evraklarımı hazırlamaya başladım. İşsiz olmam en büyük dezavantajımdı fakat bunu da ablamı maddi destek göstererek, tapuyla,uçak biletleriyle vs.. aşacağımı umuyordum. Öyle de oldu. İdata’ya ikinci gidişimde evraklarım tamamdı, randevu gününü beklemeye başladım. Bu arada İdata’da çok çok iyi ve ilgili davrandılar, 4 gün sonraya aldım randevuyu. O kadar uğraştım ve ablamı da uğraştırdım ki evraklarla ilgili, artık reddetseler de umrumda olmaz diye düşünüyordum, çok gerdi çünkü bu iş.

Ama randevu sabahı yine gergindim tabii. 3. sıradaydım. Benim önümdeki bir kişiye vize vermediler, iyice stres oldum. Sıra bana geldi ve 3 sorudan sonra –yaklaşık 1.5 dakika- vizeli pasaportum elimdeydi. Önce anlayamadım, bu kadar kolay olmamalıydı. Tekrar tekrar açıp baktım ve vizeyi almıştım. “Ne amaçla gidiyorsun, maddi olarak kim karşılıyor, işsiz misin ve en son nerde çalıştın, kaç gün kalacaksın” Sorular bu kadardı. Konsolosluktan çıktım ve hissettiğim tek şey sanki interraili yapıp dönmüş olduğumdu. O kadar rahatladım yani.

Sonradan yavaş yavaş sevinç ve heyecan başladı. Artık önümde engel kalmadı, 1 hafta sonra gidiyordum, inanamıyorum!

Yolculuktan önceki son gün her şeyi hazırladım. Heyecanlıydım. İlk kez ve tek başına yurt dışına çıkacak olmanın stresi ve heyecanı vardı üstümde. Ve tabii biraz da aile stresi. Nerde kalacaksın, paran yetecek mi, domuz gribi var vs vs…